Eğitim, Peygamber Efendimizin asırlar öncesinden “beşikten mezara kadar eğitim” dediği, günümüz eğitimcilerinin “LLL(life long learning), hayat boyu öğrenme” dedikleri şeydir, yani hayatın ta kendisidir.
Hatice ASAROĞLU/ İngilizce Öğretmeni
Eğitim, hayatımızın en önemli, en çetrefil, en içinden çıkılmaz olgusu. Tanımlanış şekli bile içinde bir paradoks barındırıyor. Eğitim, birey üzerinden yola çıkılarak tanımlandığında psikolojik, toplum üzerinden yola çıkılarak tanımlandığındaysa sosyolojik bir mahiyete bürünüyor. En iyisi filin tarifinde olduğu gibi herkesin kendi tuttuğu yerden işe koyulmak, duruşundan, bakış açısından yola çıkarak hepsini en indirgemeci halleriyle de olsa teker teker ele almak ya da bir “la” çekip külliyen reddedip, yeni bir şeyler sunmak lazım.
Eğitime sonuç odaklı mı yoksa süreç odaklı mı bakmak gerekmektedir?
Eğitim hayata mı hazırlar yoksa hayatın ta kendisi midir?
Hayata hazırlayıcı olsa hayat ne zaman başlıyor, başlayınca eğitim bitiyor mu?
Bu sorulara doğru ve tatminkâr cevaplar bulmak imkansız gözüküyor. Eğitim, Peygamber efendimizin asırlar öncesinden “beşikten mezara kadar eğitim” dediği, günümüz eğitimcilerinin “LLL(life long learning), hayat boyu öğrenme” dedikleri şeydir, yani hayatın ta kendisidir.
“Hayat boyu öğrenme”yi, hayatın ta kendisi olan eğitimi kurgulamak, yapılandırmak, onu dört duvar arasına okullara, kurumlara hapsetmeye çalışmak doğru mudur? Ya da ne kadar doğrudur? Yetmişli yıllarda yayımladığı kitap “Okulsuz Toplum” ile Ivan Illich kurumsal eğitime savaş açıyor, kurgulanmış, kurumsallaşmış bir eğitimin, yarardan çok zarar verdiğini kitabında net ve emin ifadelerle açıklıyor. Ona göre öğrenme hakkımız okula devam mecburiyetiyle kısıtlanıyor, bilginin ve değerlerin kurumsallaşması, toplumsal kutuplaşma ve psikolojik çöküntüye yol açıyor. İnsanların okullarda başlayan “idare edilmeleri” geri dönüşü olmayan bir noktaya doğru gidiyor, okul gelişimlerinin sorumluluğunu bireylere vermiyor, insanların çoğu bir çeşit ruhsal intihara sürükleniyor, çocuklara sunulan zorunlu eğitim, Vietnamlılara sunulan zorunlu demokrasi kadar başarısız oluyor.
KURUMSAL BİLGİ NE KADAR DOĞRUDUR?
Benzer bir duruma, çok daha öncelerde, kendi tarihimizde de rast geliyoruz. Artan Şii tehlikesine karşı halkı bilinçlendirmek, tebayı kontrol altında tutmak amacıyla kurumsal anlamda açılan medreselere karşı âlimlerin tepkisi oldukça manidar olmuştur “Buyrun ilmin cenâze namazına!” Medreselerin kurulmaya başlamasına kadarki dönem, eğitimin kurumsallaşmadığı, bilginin bağımsız olduğu dönem olarak kabul edilir. Bu dönemde bilgi şahısların uhdesinde yani gayri-resmi bir şekilde gelişimini sürdürür. Medreseyle birlikte bilgi, kurumsallaşır, sosyolojik manada toplumu dizayn etme amacıyla kullanılmaya, siyasi erkin denetimi altında tutulmaya çalışılır. Bu iki dönem arasında yaşayan İmam Gazali de, bu bahsi geçen ilk dönem eğitimin ideal eğitim olduğunu, kurumsal eğitimin yanlış olduğunu söyleyerek, yaşadığı zamanın eğitim anlamında en üst kademesi olan baş müderrislik görevinden istifa eder, kendi kişisel gelişimini tamamlamak üzere kendi çizdiği yolda ilerler.
Günümüzde, özellikle yabancı ülkelerde, kurumsal eğitimin faydadan çok zarar getirdiğine inanan birçok ebeveyn, çocuklarını okula göndermemekte (unschooling), onların eğitimini kendileri üstlenmektedir (homeschooling). Amerikada veli çocuğunu okula göndermek istemezse, devlet, kişi başına eğitime harcanan meblağı aileye vererek kendi eğitimlerini kendileri gerçekleştirmesinde aileye yardımcı olmaktadır.
OYUN ZAMANI MI OKUL ZAMANI MI?
Okulda geçen zamanın çocukların oyunla geçirmeleri gereken zamandan çalması, çocukların hayatlarında onanmaz yaralar açmaktadır. Tam gerçekleştirilememiş bir çocukluk, hayat boyu süren bir başarısızlığa ve mutsuzluğa dönüşebilmektedir. Oyunun önemine binaen her üç yılda bir tertip edilen Dünya Oyun Kongresinde oyunun çocuğun gelişimi için ne denli önemli olduğu ısrarla gözler önüne serilmekte, hayati derecedeki önemi vurgulanmaktadır. Bu kongrede serd edilen “çocukların hayatından bir sene okulu alın, hiçbir şey kaybetmezler, ama bir sene oyunu alın bütün yaşamları boyunca bunu telafi edilemez” ifadesi, üzerinde uzun uzun düşünülmeye değerdir. Pisa eğitim kriterleri baz alındığından dünyanın en iyi eğitim sistemine sahip olduğu söylenen Finlandiya’da öğrencilere gün içinde 1 saatlik teneffüs, ders aralarında ise serbestçe değerlendirebilecekleri molalar verilmektedir. Oysa Finlandiya gündelik ders saati çok az olan bir okul sistemine sahiptir, buna rağmen öğrencilerine oyun oynayabileceği zaman dilimini uzun tutarak, oyunun eğitime katkısını ön plana almaktadır. Joseph Chilton Pearce, “oyun insanın en yüksek zekâ düzeyini açığa çıkarabilen tek yoldur”, O. Fred Donaldson ise “çocuklar oynarken öğrenirler; daha da önemlisi çocuklar öğrenmeyi oyun oynarken öğrenirler” derken Bernart Shaw da “ oyun oynamayı yaşlandığımız için bırakmayız; oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanırız” diyerek oyunun önemini vurgulamaktadır.
OKULA GİTMEDEN BAŞARI ELDE EDİLİR Mİ?
“Hiç Okula Gitmedim” bu söz, bir “unschooler”, hiç okula gitmemiş başarılı bir müzisyene aittir. Andre Stern, hiç okula gitmeden, bilinçli bir anne babanın oğlu olarak, kurumsal eğitimin zorunlu olmadığı Fransa’da yaşamış olmanın avantajlarından da faydalanarak hayat serüvenini mutlu bir şekilde gerçekleştirebilmiştir. Andre Stern, doğal yaşam ortamında, bastırılmadan, ötelenmeden, gerçek yeteneklerinin, becerilerinin, ilgi ve merakının farkına vararak, öğrenme zevkini tadarak, ödev, sınav, not kaygısı taşımadan kendi kişisel gelişimini sağlıklı bir şekilde yürütmüş, hayat başarısı sağlamış, sağlıklı, mutlu bir birey olarak, hayatını sevdiği işi yaparak devam ettirmektedir. Başarıya ulaşmak için sıkıntı çekmek, zorlanmak, mücadele etmek, zorlu sınavlardan geçmek, engelleri aşmak, yarışmak ve kıyaslanmak gerektiğine inanılan günümüz zihin dünyasında o, tüm bunların tersine, her şeyi doğal bir ortamda, kendine güvenen, yönlendirmeden destek veren anne babası sayesinde öğrenmiştir. Olumsuzun üzerine odaklanmak yerine o, olumluya odaklanmış ve başarılı olmuştur. Mevcut eğitim sisteminin dikte ettiği “hangi konuda kötüyüm, nasıl (daha) iyi olabilirim” yerine “hangi konuda iyiyim nasıl daha iyi olabilirim” üzerine rotamızı çizmek gerektiğini söyleyen Andre Stern hayat tecrübelerini paylaştığı “Hiç Okula Gitmedim” adlı kitabını ilgililere sunmaktadır.
Eğitim alanında başka bir sıra dışı örnek olarak eğitim filmleriyle çok iyi bildiğimiz Hindistan’dan verilebilir: “Barefoot Professionals of Tilonia” ya da Yalınayaklar Koleji. Modern dünyanın eğitim sisteminin işleyiş tarzının dışında bir işleyişi olan bu çaba gerçekten görülmeye değerdir. Yeni bir başarı öyküsü ve yine modern eğitimin kurumsal yapısı olmadan, mevcut kaynaklarla ulaşılan dünya çapında başarı sağlayan bir oluşum.
FİNLANDİYA BAŞARISINI NEYE BORÇLU?
Eğitimde başarı dendiğinde ilk akla gelen ülke Finlandiya’dır. Bu ününü Pisa sınavlarında öğrencilerinin göstermiş oldukları başarı ile sağlamıştır. Finlandiya’yı eğitimde ön sıralara taşıyan unsurlar nelerdir? Günlük müfredat 3 ya da 4 saat sürüyor, bir öğretmen en az altı yıl aynı öğrencilere ders veriyor. Böylelikle öğretmen, çocukların gelişimini baştan sona tecrübe etme imkanı buluyor. Okullarda çok katı olmayan disiplin kuralları uygulanıyor, yüksek lisans düzeyinde eğitim almış öğretmenlerle eğitim kadroları oluşturuluyor ve bu kadro sürekli denetim altında tutuluyor. Öğretmenler isterlerse müfredattan bağımsız hareket edebiliyor, isterlerse de müfredatı istedikleri gibi, istedikleri pedagojik yöntemle sunabiliyor. Öğrencilere her işlerini kendileri yapmaları için imkan tanınıyor.
BBOM EĞİTİM SORUNLARINI ÇÖZDÜ MÜ?
Eğitim alanında yanlış giden ters giden bir şeyler var ki insanlar değişen dünya şartlarıyla birlikte yetersizliği ve etkisizliği daha da görünür hale gelen bu konuya çözüm bulma amacıyla alternatif arayışlara yönelmiştir. Alternatif eğitim dendiği zaman ilk akla gelenler, Rudolf Steiner adında bir Alman’ın geliştirdiği “Waldorf”, İtalyan’ın ilk kadın doktoru olan Maria Montessori’nin geliştirdiği “Montessori”, Loris Malaguzzi tarafından geliştirilen “Regio Emilia” eğitim felsefeleridir. Bu alternatif eğitim sistemlerinin temel felsefesi, amacı, kendine güvenen, bağımsız düşünen, kendini bilen, yeteneklerini özgürce sergileyebilen bireyler yetiştirmektir. Bireysel eğitimin ön plana alındığı bu eğitim felsefelerinde ahlak ve zeka eğitimi paralel yürütülmektedir. Dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Google’ın kurucuları Sergey Brin ve Larry Page, yine sektörünün ilklerinden olan Amazon.com’un kurucusu Jeff Bezos, Wikipedia’nın kurucusu Jimmy Wales, The Sims’in yaratıcısı Will Wright, Akademi ödüllü oyuncular Helen Hunt ve George Colooney, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Gabriel Garcia Marquez, Montessori eğitimi almış ünlülerdir. Bu eğitimi alan kişiler, aldıkları eğitimin kendilerini gerçekleştirmelerinde ne kadar faydalı olduğunu her fırsatta dile getirmektedirler.
Türkiye’deki mevcut eğitim sisteminden hoşnut olmayıp, alternatif arayış içine giren bir grup eğitim sevdalısı, Türkiye’ye has bir eğitim modeli uygulaması olan BBOM örneğini geliştirmişlerdir. Velilerin, kar amacı gütmeyen eğitim kooperatif kurarak, bu bağlamda devlet desteği de alarak uygulamaya konan bu model, mevcut alternatif eğitim felsefelerinin bir hulasası olarak düşünülebilir.
Hali hazırda devletimiz, devasa eğitim yükünün altında alternatif çözüm arayışlarına fırsat tanımakta, mesela Montessori eğitim sisteminin yaygınlaşması için gerekli şartların oluşumuna da katkı sağlamaktadır. Eğitim yükünü hafifletmek için devlet okullarındaki yoğunluğu özel okullara kaydırarak, eğitimle ilgili çözüm bekleyen meselelere özel eğitim kurumları da katarak problemleri daha elle tutulur hale getirme çabasında olduğu söylenebilir. Eğitim işine velinin katkısı da göz ardı edilmemiş, BBOM örneğinde olduğu gibi veli bazlı oluşumların da önünü açmıştır. Devlet okullarındaki eğitimden, aşırı yoğun sınıf ortamlarından memnun olmayan, olumsuz akran davranışlarından çocuklarını uzaklaştırıp alternatif yol arayan velilere, verilen eğitim öğretim ödeneği ile arzu ettikleri, daha faydalı olacağına inandıkları özel eğitim kurumlarında çocuklarının eğitimine devam etme imkanı da sunulmaktadır. Böylelikle devletin resmi kurumlardaki eğitim yükünün hafifletilip arzu edilen ideal eğitim için fırsat yaratılmaya, zemin oluşturulmaya çalışıldığı düşünülebilir. Ancak şimdiye kadar, günü birlik politikalarla, kısa vadeli çözüm arayışlarıyla uygulanan tüm sistematik değişiklikler pek fayda sağlamamış gözükmemekte bu da, insanların düşüncelerinde eğitim meselesinin, kangrene dönüşmüş, çözümü imkânsız tablolar çizmesine neden olmuş gözükmektedir.